Ruh Nedir ?

 Bazı kavramlar vardır, kavranmaları ve genel geçer bir tanımlarının yapılması imkansızdır. Dil insanların toplu yaşama zorunluluğu sonucu daha iyi iletişim kurmak üzere ortaklaşa aldığı kararlar nedeniyle ortaya çıkmış olsa da günümüze yaklaştıkça türetilen kelimelerin karşıladığı kavramların artmış kompleks yapısı sebebiyle bu ilk neden ortadan kalkmış ve üzerinde bir mutabakata varılamayan kavramların sayısı iyiden iyiye artmıştır. Bu kavramlara örnek olarak şiir,edebiyat hatta demokrasi sosyalizm vs. verliebilir ama onlar başka bir yazının konusu.

 Biz bu yazıda üzerinde herkesin hemfikir olamadığı başka bir kavramdan ''Ruh''tan bahsedeceğiz. Felsefi yorumlara göre insan varlığının maddi olmayan tarafı ya da özü, teolojik bakışa göre ilahi gücün fani insanda tecellisi ve hatta insanın ölümünden sonra bile varlığını sürdüren kısmıdır. Adeta bedenle ruh insanda birbirinden ayrı varlıklarmış da ömür vadesi dolana kadar birlikte iş tutmak zorundalarmış gibi bir görüş hakimdir. Bu anlayışa göre metafiziksel bir kavram olan ''ruh'' insan bedeni var olmadan önce de vardı insan ölüp toprağa karıştıktan sonra da var olacaktır.

 Peki gerçekten böyle midir ? Fiziksel evrende herhangi bir metafiziksel varlık var olabilir mi? Yoksa biz evrenin işleyişi ve insanın doğası hakkındaki kısıtlı biligimizin bize vereceği sıkıntıdan kaçmak için mi böyle kavramlar uyduruyoruz ?

 İnsan düşünme yetisi olan bir canlı olarak etrafında olan biten her olayı anlamlandırmaya ve karşısına çıkan sorunlara çözüm bulmaya çalışır. Vahşi doğa karşısında çaresizve fiziksel olarak yetersiz olan insan üstün olduğu tek alanı kullanmak zroundadır: aklını. Dünyada insan yaşantısı her zaman günümüzdeki kadar kolay değildi, insan hayatta kalmak istiyorsa aklını kullanmak ve kendinden fiziksel olarak güçlü rakiplerini aklıyla elimine etmek zorundaydı. Bu aklını kullanma güdüsü evrimsel süreçte öyle köklü bir yer edinmiştir ki insan keşfetmekten haz duyan ve kendi anlam yetisi dışında kalan olaylara mutlak surette bir cevap bulmak zorundakalan bir yapıya bürünmüştür. Çünkü insan için bilinmeyen ve anlamlandırılamayan her zaman tehlikelerle doludur. İnsan bu sebeple bilinmezliğin verdiği ızdıraptan kaçınmak için bilmiyorsa bulmaya bulamıyorsa uydurmaya çalışır. Şiddetli sağanak yağış ilkel insan için su döngüsünün doğal bir sonucu olan meteorolojik bir olay değildir, Tanrı'nın günahlarına karşılık üzerlerine inen gazabıdır veya çakan şimşek yer ile gök arasındaki elektriksel yük değişimi değil de Thor'un Mjolnir'inden çıkan kıvılcımlardır. Çünkü insan çaresiz kaldığı durumlarda kendi gerçeğini oluşturmaya meyillidir, yalan da olsa bir şeyleri bilmek ve inanmak evrimsel gelişimi için hiçbir şey bilmemekten daha iyidir.

 Neyse ki günümüzde bilim gelişti de en azından doğada meydana gelen olaylar arasında neden-sonuç ilişkileri kurarak mantıklı açıklamalara ulaşabiliyoruz. Ama maalesef evrenin doğasındaki bu başarımızı hala daha insan doğası üzerindeki çalışmalara yansıtamadık. Yansıtamadığımız için de yaptığımız kısır değerlendirmelerde bilimin yöntemini bir kenara bırarkarak bir sonuca varmaya çalışıyoruz.

 Yeri gelmişken bilimin sorunlar karşısında ele aldığı yöntem nedir ona da değinelim:

1) Problemin saptanması (bu genellikle önceki bilgilerimiz, yani gözlemler veya mevcut varsayımlar ışığında yapılır)

2) Problem çözümü için geçiçi bir varsayım uydurulması (hipotez)

3) Varsayımın gözlemlerle denetlenmesi

4) Gözlemlerle çelişiyorsa varsayımın terk edilmesi çelişmiyorsa ''şimdilik'' doğru kabul edilmesi

 Bu yöntemde +: maddedeki şimdilik ifadesi önemlidir. Çünkü elde ettiğimiz sonuca önceki bilgilerimizden yola çıkarak ulaştığımız için elimizde mevcut bilgilerin değişmesi sonucu elde ettiğimiz doğru ''yanlışlanabilir''. Dünün doğruları bugünün yanlışları, bugünün varsayımları ise yarının doğruları olabilir. Yani bilimsel ifade yanlışlanabilir olandır. Hatta bilimsel ifadelerin yanlışlanması arzulanır çünkü bilimde ilerleme sadece ve sadece bu yolla sağlanabilir

 Konumuza geri dönersek insan. bilimsel yöntem yardımıyla evreni anlamada bu kadar başarılıyken neden kendi doğasını algılama konusunda bu denli başarısızdır ? Yoksa evrenin bir parçası olan insan irade sahibi bir varlık olarak her şeyin fizik kurallarıyla belli olduğu ve olayların zamanın akışı içinde neden-sonuç ilişkisiyle gerçekleştiği evrenle çelişmekte midir? Bir başka deyişle insanın oluşumuyla evrenin oluşumu birbirinden bağımsız mıydı? Gerçekten deAdem ait olduğu cennetten günahının bedenini çekmek üzere yabancısı olduğu dünyaya mı düştü? Veya Matrix'teki gibi bilgi-işlem kapasitesi bizden daha yüksek olan varlıkların kuralları belirlediği bir simülasyonda mıyız? Eğer bir çeşit simülasyondaysak irademizin bir sonucu olarak gördüğümüz seçim hakkı sadece bir ilüzyon mu ? Veya simülasyonda olmasak bile insan elektrokimyasal bir varlık olarak değerlendirilirse ne kadar özgür sayılır? Sonuç olarak yaptığımız tüm eylemler nöronlar arasındaki elektrik akımı geçişi ve salgılanan kimyasal maddeler olan hormonlara bağlı değil mi ? Bu şartlar altında Ruh kavramını nasıl bir yere konumlandırabiliriz ?

 Maalesef pek bir yere konumlandıramıyoruz. Psikoloji veya ruh bilimi bilimsel yöntemi hakkıyla kullanabilecek bilgi kapasitesinden ve araçlardan yoksun durumda. Ortaya konulan birkaç teori de yanlışlanabilir olmadığı ve dar kapsamlı olduğundan bilimsellikten oldukça uzaktır. Adler'in ''Yetersiz organlar teorisi veya Freud'un ''Oedipus Kompleksi'' teorileri aynı derecede doğrudur ve aynı derecede yanlıştır. Çünkü her şeyi söyleyen bir önerme aslında hiçbir şey söylemiyordur.

 Bu bilgiler ışığında bilimsel yöntemi, psikoloji biliminin gözlemsel araç bakımından yetersizliğini de göz önüne alırsak-psikoloji kesinliğinin tartışmalı olduğunu daha önce belirttiğimiz dille ifade edilen karşılıklı konuşma zemininde gözlem yapar- salt düşüncesel eylemlerde başka bir şekilde uygulamaya koyma imkanımız yoktur.

 Ruh kavramını ele alırsak, metafiziksel ruh yorumunun evrende her olay fizik kuralları çerçevesinde gerçekleştiği için herhangi bir geçerliliği olamaz. Çünkü biz her ne kadar evrenin tüm sırlarına vakıf olamasak da fizik kurallar evrenin her noktasında geçerlidir.Her yerde bir etki sonucu tepki oluşur veya ışık hızı zamandan ve mekandan bağımsız evrenin her noktasında sabittir ve hiçbir şey ışıktan hızlı olamaz vs. Bu nedenle bilimsel yönteme tekrar geri dönüyoruz. Bilimin olaylara açıklama getirme yöntemine göre evrendeki her olay birbirine neden-sonuç ilişkisiyle bağlıdır. Biz her ne kadar çoğu zaman iç içe geçen ve karmaşık bir ağ oluşturan neden-sonuç ilişkisini anlayamasak da etki-tepki yasası gereğince evrenin oluşumunun başladığı ilk andan yani zaman kavramının oluştuğu ilk andan itibaren meydana gelen tüm olaylar etki-tepki yasası gereğince oluşmuştur ve zaman durmadıkça bu etki-tepki zincirinin çözülmesi mümkün değildir. 

 Doğanın bir parçası olan insanın davranışları da bu etki-tepki yasası gereğince şekillenir. Ama her şey de evrenin akışı kadar materyalistik değildir ( aslında öyledir de bizim algımızın üstünde bir materyalizm mevcuttur). Doğada var olan materyalizm ile insan materyalizmi arasındaki fark işte yazının başından beridir cevabını aradığımız insan ruhudur. Peki insan doğasında bu ruhun olumasını sağlayacak farklılık nedir derseniz size şü şekilde cevap verebilirim : Evrende hiçbir varlık kendine yapan etkileri biriktirmez. İnsansa bunları anı olarak belleğinde depolar ve bir sonraki etkiye vereceği tepkinin ne olacağını değerlnedirmek üzere ondan yararlanır. Bu durum etkiyle tepki arası sonsuz bir etki-tepki sarmalı oluşturur. Çünkü insan zihnine gelen her yeni uarı yani dış dünyadan gelen her yeni tepki onun vereceği tepkiyi değiştirecek bir etkidir. Yani insan anı biriktirir ama biriktirdiği anıları da kolayca değiştirip kendisini yeni durumlara hazırlayabilir. İnsanın ruhunu anıları ve sürekli değişebilirliği oluşturur. 

 Daha iyi anlamak için şöyle bir anaoloji yapalım ruhu olmayan bir varlık düşünelim mesela bir basketbol topu olsun. Biz basketbol topunu aynı noktadan aynı kuvvetle aynı açıyla fırlattığımız her seferinde aynı şekilde potadan içeri girecektir. Ancak basketbol topu bir ruha sahip olsaydı ve tipimiz kılığımız hoşuna gitmese( bu verdiği tepki yüksek ihtimalle bize benzer bir insanın onun hoşuna gitmeyen bir davranışının anısı nedeniyle olacaktır) yolda giderken kendini frenleyip potaya girmeyebilirdi hatta yeterince sinirlendiyse gelip suratımıza çarpabilirdi. Tabii ki basketbol topunun kendini frenleyecek mekanizmaları yok çünkü canlı değil ama insanın bu tarz mekanizmaları var ve böyle bir durumda kendini frenlemek veya suratına gelip çarpmak dahil çok farklı tepkiler vermeye muktedir.

 İnsan ruhunun ne olduğuna dair kabaca bir fikir edindik. Peki nasıl oluyor bu anı biriktirme ve değiştirme süreci? Maalesef bu konuda da bilgilerimiz sınırlı ve yeni yeni gelişmekte. Temel olarak beynin bazı bölgelerinde nöronlar arası bağlantılar sayesinde olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu bilgiler neye göre sınıflandırılıyor neyin hoşumuza gideceğini ya da gitmeyeceğine karar veren gizli güç nedir soruları hala cevaplandırmayı beklemekte. 

 Biz yine de sorular cevapsız diye soruların peşine düşmekten vazgeçmiyoruz. Bizi bu noktaya kadar getiren bilimsel süreci bulunduğumuz noktadan geriye doğru takip edersek büyük ihtimalle birbirine bağlı karmaşık bir neden-sonuç ağı bulacağız. Elimizdeki son sonucun bir nedeni var o nedenin de muhakkak bir nedeni olmak zorunda, çünkü zaman aktığı müddetçe bu neden-sonuç ilişkisi evrende işler. Büyük ihtimalle bu neden-sonuç ilişkisini bir insan özelinde annesinin karnındaki günlerine kadar götürmemiz mümkün. 

 Ancak bu neden-sonuç ağını geriye saracak imkanlar elimizde olsa bile bir insanın ruhunu neyin meydana getirdiğini, onun karakterinin hangi evrelerden geçerek oluştuğunu anlamak oldukça zordur. Çünkü bu çalışma yüksek bir multidisipliner anlayış gerektirir. Sosyal bir varlık olarak insanı yaşadığı toplumdan ayrı değerlendirmek mümkün değildir. O toplumun insanın yaşadığı dönemdeki sosyolojik, ekonomik ve kültürel yapısını iyi bilmek gerekir. Her bilimde olduğu gibi sosyal bilimlerde de neden sonuç ilişkisi geçerlidir dolayısıyla toplumun tarihsel gelişimini iyi bilmek gerekir. Almanca' da var olan bir kavram ''Zeitgeist'' Türkçeye zamanın ruhu olarak çevrilebilir, zamanın ruhunu iyi bilmek gerekir çünkü evrendeki hiçbir şey zamandan bağımsız değerlendirilemez.

 Sonuç olarak elimizde imkan olsa bile insan ruhunu ve karakterini dolayısıyla iradesini neyin şekillendirdiğini bilmek olanaksıza yakındır denebilir. Bu yüzden hayat bize spontane yaşanıyormuş gibi gelir. Seçim hakkımızın olduğu gibi bir sanrıya kapılmamızın nedeni de budur: Bizi eyleme geçiren hareketlerin nedeninin çoğu zaman bilmeyiz. 

 Ruhun yapısı hakkında temel fikrimi yansıttığımı düşünüyorum. Bu arada bu alanda çalışmalar yapan ustalara da saygı duymadan geçmeyelim. Freud, Adler, Jung, Fromm, dünyayı anlamlandırmaya çalışan bütün filozoflar hepsi doğruydu ama aynı zamanda da hepsi yanlıştı çünkü kendi doğrularının tek gerçek doğru olduğunu düşünüyorlardı. Ama dünya üzerine ne kadar insan gelmişse o kadar farklı sayıda doğru vardır. Aldığı ilk nefesten verdiği son nefese kadar tamamıyla aynı iki tane hayat yaşanamayacağı için bu tarz konularda genel geçer doğruların da savunulması imkansızdır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Anlatı Denizi'ne Hoşgeldiniz